Kategoriler
Kişisel

Bir karış

bir karış

Hakettiğimi düşünüyorum aslında bu gece eğlenmeyi. Mutlu olmalıydım. Doğum günüm benim bu gece hem çifte anlam taşıyor yani bilenler bilir.

Gece duş almıştım, saçlarım kıvırcıktır benim biraz da uzun olduğundan dolayı resmi ortamlara pek uygun bir görüntü olmuyor. Yol boyunca en azından berem kafamda olsun ki saçlarım bir nebze olsun yatışsın dedim.

Bir fincan kahve hazırlamıştı annem, sabahın 06:00’nda ne kadar iyi gelmişti anlatamam. Hızlıca hazırlandım. Babamdan navigasyon cihazını ödünç istedim, aslında yandex navigasyon var ama onun sesi çıkmıyor nedense iphone’da. Bilemedim ben yolumu, teknolojiye emanet ettim kendimi.

Ceket ile araba kullanamam ben genellikle sol arka koltuğa koyarım, yanında çantam ve bu kez evraklarım da vardı. Rocco şeker vardı hemen sağ tarafımdaki bölmede, bir tane atıverdim ağzıma. Aynalarımı kontrol ettim, emniyet kemerimi taktım ve vitesi boşa alıp arabayı çalıştırdım. Farlarımı yaktım. Sokaktan sakince ayrıldım.

Radyoda salak saçma şeyler vardı. Joy FM, Capital, Fenomen sabah saatlerine göre saçmalıyorlardı ya da benim istediklerim onlar değildi. Yolum uzundu. Müziğim bu olmamalıydı.

Daha yeni başlıyorsun Varol dedim kendi kendime. Best FM’deki Gazoz Ağacı’nı dinleyerek otobana bağlandım.

Trafik kazasından bahsediyordu, Maslak civarında olmuştu yanlış hatırlamıyorsam, yolcu otobüsü devrilmiş çok sayıda kişi ölmüştü. Harika! Güne başladığım habere bakar mısın?

Doğum günüm bugün, içimdeki o korkuyu yine hatırlamadım desem yalan olur. O müthiş ironinin beni bulacağına sebepsizce inandırdım nasıl olduysa kendimi. Gece de Schumacher’in kazasıyla ilgili bir şeyler paylaşmıştım facebookta. Sakin dedim Varol, sakin.

Yağmur yağmakla yağmamak arasında gidip geliyordu. Sileceği sürekli çalıştırsan gacır gucur camdan ses geliyor, ara ara ben temizletsem camı çok uğraştırıcı oluyordu. Keşke çok yağsa saçma sapan bir yağmur dedim kendi kendime. Hiç yağmadı çok, hep çiseledi yol boyunca.

İstiyordum ki günün doğuşuyla birlikte eşsiz manzaralardan geçeyim, yolun tadını çıkarayım. Mupmutlu bir günüm olsun. Berbat bir dönemden geçiyorum çünkü.

Annem’in ameliyat olacak olması

Şirketteki yoğun tempom

Kendime hiç zaman ayıramayışım

Sigarayı bıraktıktan sonra yaşadığım boşluk hissini hala tam olarak dolduramayışım

Bazı baştan sona ego dolu insanların eblek eblek tavırlarına artık katlanamayacak yaşa gelişim vs.

Kabul edilebilir sınırlarda değildi benim için dünya, belki de mevsimseldir bilmiyorum ama ne bileyim. İyi değildi sanki hiçbir şey. Güzel şeylere ihtiyacım vardı. Manzaram, müziğim bana kendimi iyi hissetmem için şans tanıyacaktı.

Hava berbattı, kapalı, koyu, kasvetli olsa o bile güzel ama o da yok. Bok gibi resmen!

Bkuogi8IMAA3dZ4

Sakin sakin yolumda ilerlerken önümde büyük bir kamyonun arkamda da bir otomobilin olduğunu gördüm. Sollamak için mesafe gayet uygundu. Sola sinyalimi 5 saniye öncesinden açık tutmam ve aynadan epey geride olan otomobili görmemle sola geçmeye başladım. Şerit çizgisini eze eze ilerliyordum ki gerimdeki otomobil birden hızlanmaya başladı. Öyle böyle değil, şerit üzerinde arabanın yarısı geçmişken bu son sürat arkamdan kontrolsüz bir şekilde gelip beni sıkıştıracaktı. Hafif bir fren.

Islak ve kaygan zemin.

Önümdeki kamyon.

Kamyona doğru savrulmak.

Ona çarpıp airbaglerin açılmasıyla müthiş kuvvetli bir gücün içerisinde 9-10 tur kontrolsüz bir şekilde savrulmak.

Kamyonun damperinin benim üzerime çıkışı, ön tarafına diğer otomobili alıp ters dönüşü.

Bir karış daha içeri girecek damper ile başımın parçalanacak oluşu.

Kamyon ve otomobilin görenleri dehşete düşürecek şekilde iç içe geçip iki şoförün birden kamyonun içinden sağ çıkışı? Evet otomobil sürücüsü kamyonun içinden çıktı!!

Benim bir karış ile feci iğrenç bir ölümden kurtuluşum.

Sağ ön taraftaki mazarayı gördükten sonra Esma da benimle gelsin en azından yol arkadaşım olur diye aklımdan geçirip iyi ki gelmemiş diye içimden derin bir oh çekişim.

Birinin sigara uzatışı.

Yerlere saçılmış portakallar ve su şişeleri.

Ambulansın gelişi.

Hastaneye kaldırılışım.

Bir sedyeye bağlanışım.

Sedye üzerinde hastaneye taşınırken annemin hissedip araması ve benim hiçbir şey yok annecim dememe inanmayışı.

Röntgenler, muayene ve serum faslı.

Velhasıl kimsenin ölmeyişi.

Ölümün bir karış önüme kadar gelip orada duruşu. Ölümün gören kimsenin aklına mantığına sığmayacak şekilde 3 arabaya da uğramayışı.

Ölümün ben varım hem de doğum gününde diyerek yüzümü okşaması.

Kolumdaki bir kaç sıyrık ezik vs. den başka bir bokumun olmayışı.

Unutamayacağım çok doğum günüm oldu ama sanırım bu en harikasıydı. İnanılmaz bir şekilde bugün evimdeyim ve tek parça olarak bu satırları yazabiliyorum.

Doğum günü pastamı almış Esma, üfledim mumları. Bir dilim uzattılar. Hala yiyemedim. Bakıp bakıp duruyorum pastama. Gözlerim doluyor.

Duygu sömürüsü değil de ne bileyim yazmaktan başka hiçbir şeye gücüm yetmezmiş gibi hissediyorum şu an. K0nuşmak bile çok zor geliyor.

Bardağın boş kısmını gördüğümün farkındayım, bir kaç gün sonra kişisel devrimimi hala gözümün önünden gitmeyen o karelerle yapacağım muhtemelen. Yalnız zamana ihtiyacım var biraz.

2014 ve sonraki diğer yıllar sizden hiçbir isteğim yok 2013 gibi olmamanızdan başka.

 

Kategoriler
Kişisel

Galatasaray ve Kelt Kavmi Arasındaki Müthiş Bağlantı

Şimdi öyle bir sallayacağım, öyle bir temelsiz bağlantı kuracağım ki aklınız hayaliniz durur.

Aklıma nereden geldiyse eski Kelt uygarlığı takıldı. Az biraz araştırayım derken ilk şokumu yaşadım. Benim İskoçya’nın damalı eşekleri olarak nitelendirdiğim Celtic takımının adı aslında Kelt anlamına geliyormuş. Celt Kelt ;) Çaktın mı? Yaaa.

Az dur bak şimdi olay bu değil tam olarak.

celtic-warriors

Keltler bildiğin gibi Spartacus dizisinde de yer alan savaşçı gruplardan biriydi. Adamlar cidden iyi savaşçılarmış ama teee şu an Galler’in bulunduğu Büyük Britanya’nın asıl sahipleriymişler. Savaşa savaşa, onu bunu döve döve ta bizim Anadolu’ya kadar gelmişler.

Düşün bak o zamanlar vize alayım, havaalanında pasaport kontrolünden geçip geleyim yok. Vuruyorsun yolun dibine, karı var, ayazı var, hareket çekeni var, türlü türlü macera. Nitekim bu abiler dinlemiyorlar abi dıgıdık dıgıdık geliyorlar bizim güzel coğrafyamıza.

Her neyse burada biz yokuz tabi o zamanlar, biz taaa Orta Asya taraflarındayız, ya da kavimler göçüyle ittiriyoruz diğer kavimleri ileri doğru arkadan tıkışık tıkışık depiştiriyoruz dünyadaki kültürleri.

Bulunduğumuz topraklarda kaynak popom olmakla beraber Helenler varmış.

KELT MÜZİĞİ

Bu abiler tabi isyanın, coşkunun dibindeler, açıyorlar Anadolu’nun kapılarını bizim geldiğimiz değil de öteki tarafından. Abi ne Ankara’sı, ne Çorum’u, ne Yozgat’ı kalıyor. Vura vura geliyor namussuzlar!

Tabi bu adamlara biz şimdi Kelt deyip geçiyoruz şimdi ama o zamanlar Helenler Keltai diyorlarmış. Romalılar da Galli yani Gallus. Keltlerin bir halkı bu abimler anlayacağın, aşiret tarzındalar.

Velhasıl bu bizim Kelt abiler Galatai olarak anılıyorlar burada. Tekil hali de Galates. Bak bak görüyor musun ne oluyor İngilizce’de? ES takısı geliyor çoğul yapmak için. Elin Helen’i binlerce yıl önce tam tersini yapıyor, siz çok biliyorsunuz ya hımmna. He She It’de neden koyuyoruz o içine tükürdüğümünün ES’ini orası da ayrı bi soru işareti benim için, bilen şeyetse sevinirim.

celtic-viking-warrior

Neyse ya işte Kelt’ler yani Galatesler yani Galatyalılar çok fena giderleşiyor Romalılarla. El kol hareketleri, efendime söyleyeyim uzaktan uzaktan küfürleşmeler, sen ne diyon lan, asıl sen ne diyon lan, sen kimsin oğlum, asıl sen kimsin oğlumlaşmalar filan ortalık fenaaaa. Giriyorlar abi bunlar birbirlerine. Romalılar çakal tabi, veriyor Keltlere ayarı ama o kadar kolay olmuyor tabi.

Romalılar Avrupa’ya doğru bunları geri itelerken Galatyalı yani Kelt abimler Yunanistan’da bir kenti yakıp yıkıyorlar, yar etmeyiz lan size buraları diye her türlü atarı yapıyorlar. Yalnız 20.000 kişi kadarlar ve kadınlı erkekli saldırıyorlar. Öyle yok kadın otursun çocuk baksın, adam kahvede taş dizsin filan. Herkes alıyor kılıcını, baltasını çıkıyor kelle avlamaya. Yetmiyor Yunan’a atarları bir de geçiyorlar İstanbul’un karşısına, her türlü taciz, pis pis konuşmalar, ayıp ayıp sözcükler filan iyice sinir ediyorlar adamı. İstanbul’un o zamanki yerlileri Byzantionlular da diyor ki abi o zaman bak siz gelin efendi efendi Adapazarı tarafında konaklayın, oturun kalkın, yiyin için hiç bize bulaşmayın, edebinizle kaçar göçersiniz Avrupa’nıza bizim ağzımızın tadını bozmayın diyorlar.

4116208_orig

Velhasıl Keltler de 1 kış ayını soğuktan popoları donmasın diye İstanbul’da geçiriyorlar. 20.000 kişilik grubun bir kısmı burada kalıyor ve geri kalanı yoluna devam ediyor.

Kalan Galatyalı yani Kelt abimler zamanla asimile olsalar da bugün Galata olarak bilinen bölgeye adlarını binlerce yıl öncesinden veriyorlar.

Aradan yıllar geçiyor, o topraklardan türlü devletler, beylikler, imparatorluklar… Galata bölgesinde Gül Baba adında bir derviş yaşıyor. Dönemin hükümdarı bir av seferindeyken Gül Baba ile rastlaşıyor ve aralarında geçen konuşmalardan ötürü (şimdi hiç uzatmak istemiyorum) Galata Sarayı Enderûn-u Hümayûnu adlı okulu kurdurtuyor. 

Yıllar yılları takip ediyor, o liseden yüzbinlerce öğrenci mezun oluyor, bir gün 1905 yılının sonbaharında, lisenin 5. sınıfında Ali Sami Yen adında bir genç futbol takımı kurmaya karar veriyor.

Binlerce yıl önce bu topraklara gelmiş Keltlerden adını alan Galatasaray Futbol Takımı sanki adını aldığını kavmin ruhuna da sahipmişçesine bir anlayışla yoluna devam ediyor.

KELT MÜZİĞİ

 

Ben nasıl oldu da bu kadar uzun yazdım bu yazıyı anlayamadım, kısalta kısalta gidiyorum sanıyorum bir de. Valla daha o kadar çok şey anlatacaktım ki inanın yazarken korktum çok uzun oldu okunmaz diye. Atladığım yerleri daha sonra uzun uzun ve saçma sapan temelsiz bilgilerimle tekrardan yazarım. :D Bu enteresan bilgiyi tweet atarak paylaşmayı düşündüm bir ara ama nasıl sığacak la onca konu diye düşünüp, gelip blogda saçmalayayım dedim. :D

Son olarak ne koydu lan frikikten Burak Yılmaz ahahha :D

Kategoriler
Edebiyat

Fazıl Say – İlk Şarkılar

FAZILSAYCOVER1

Açık konuşayım abi, müziğe para veren adam değilim ben. Eskiden fizy vardı, şimdi çok fena bozdu orası hiç sevmiyorum. Müzik dinlemek için Youtube ve Spotify’dan ortaklaşa faydalanıyorum. Hayatımda internetin olmadığı bir alan olmadığı için fiziksel olarak mp3 indirme ihtiyacı da duymuyorum. Kendimi online müziğe teslim ettim yani anlayacağınız.

Yeri gelmişken çok kıl olduğum bir insan tipinden bahsetmek istiyorum. Abi bazı insanlar sürekli aynı müzikleri dinleyerek kendini resmen köreltiyor. Müzik; hayal gücü, ruh hali, bakış açısını doğrudan etkileyebiliyor, bakıyorum adama  5-6 tane mp3’ü var yıllardır 7/24 aynı şeyleri dinliyor. Tekme tokat dövmek istiyorum öyle insanları, hoşlanıyorsun anlıyorum da bak bakalım ya başka renkler de var dünyada, başka sesler, başka hisler. Hep aynı hep aynı. Katlanılacak gibi değiller. Şimdiye kadar statik müzik anlayışına sahip insanlarla anlaşamadığımı gözlemledim. Bir kere yaratıcılıkları köreliyor, konuşacak çok fazla şeyleri olmuyor ya da bana öyle geliyor bilmiyorum. Fazla hoşlanmıyorum müzik zevkimin uyuşmadığı insanlarla.

Ehöm, ne diyordum. Çok fazla Türkçe müzik dinlemiyorum zaten daha önce bahsetmiştim bu alışkanlığımdan, sözlerini illa anlamak zorunda değilim. Mesela şu parçayı dinlerken ulan şerefsiz, allah belanı versin it herif, yazık değil mi lan gül gibi kızcağıza diyebiliyorum. :D Hayır tam olarak onu demiyorum ama üzülebiliyorum, hüzünü hissediyorum. Bu kalite işte. Söz olmadan da anlayabiliyorsun hissiyatı.

Kalite dedim ki asıl konuya girme zamanı gelmiştir artık.

Albüme para vermiyorum demiştim fakat geçen gün özellikle Fazıl Say’ın İlk Şarkılar albümünü sipariş ettim. Üstelik sadece bir videosunu dinleyerek.

Elime ulaştığı günden bu yana aralıksız dinliyorum tıpkı yukarıda bahsettiğim kıl insan tipi gibi :D Yalnız benim farkım yeni albümü dinlemek tabii ki, hemen uyuz olmayın -_-

Hafta içi şirkette en az 2-3 kez baştan sona, akşam eve dönerken ve sabah işe gelirken arabada, evde bilgisayar başında vakit geçirirken ya da kitap okurken sürekli dinliyorum. O kadar güzel ki anlatmak çok zor. Gücünü müzikten alıp şiirle yollara çıkan bilge bir filozof sanki albümün tamamı. Evet, hem müzik, hem şiir, hem felsefe var içinde. :)

Üşenmeden oturdum bu yazıyı yazıyorum çünkü gerçekten çok sevdim. Belki birileri daha tanışır böyle bir kaliteyle.

Hükümetin onca uğraşına rağmen kalitesinden ödün vermeyen, fazlasıyla imkanı olmasına rağmen yurdundan vazgeçmeyen çağımızın en önemli isimlerinden biri olan Fazıl Say’ın orjinal albümünü satın almanızı şiddetle öneriyorum.

Metin Altıok – Düşerim

metinaltıok

 

Sivas Katliamı’nda yobaz piçler tarafından canı alınmış Metin Altıok’un Düşerim şiirini müthiş yorumlamış Serenad Bağcan. Tabi müzikal tüm iş Fazıl Say’ın.

bazan oturduğum yerde
kendi kendime dalıp giderim,
bulanık geçmişimle.
genişleyen halkalar çizerim,
bir düşün uyanık imgesine.

gölünüze taş düşerim.

sizse hep konuşursunuz
sığınıp kof sözlere,
kaçarak kendinizden
uğuldayan hüznünüzle.
telâşla geceyi bulursunuz.

gözünüze yaş düşerim.

Ömer Hayyam – Akılla Bir Konuşmam Oldu Dün

hayyam

 

Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam’ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

Cemal Süreya – Dört Mevsim

Cemal-S

 

Yaz mezarına gömsünler bizi. :( Yazın bir mezarda yatıyor olursam çiçekler de açar üzerimde, kuşlar da öter cıvıl cıvıl, canım sıkılmaz bence :)

Bahar mezarına gömsünler sizi
Yapraklar gibi buluştunuzdu
Kokular gibi seviştinizdi
Bahar mezarına gömsünler sizi

Yaz mezarına gömsünler sizi
İlk kezmiş gibi buluştunuzdu
Son kezmiş gibi seviştinizdi
Yaz mezarına gömsünler sizi

Güz mezarına gömsünler sizi
Salkımlar gibi buluştunuzdu
Ağular gibi seviştinizdi
Güz mezarına gömsünler sizi

Kış mezarına gömsünler sizi
Sokaklar gibi buluştunuzdu
Çarşılar gibi seviştinizdi
Kış mezarına gömsünler sizi

Metin Altıok – Bu Kekre Dünyada

metinaltıok (2)

 

sevgilim
bak, geçip gidiyor zaman
aşındırarak bütün güzel duyguları
bir yarım umuttur elimizde kalan
göğüslemek için karanlık yarınları
bu kekre dünyada
yazık
geçit yok aşka
bir şey yok paylaşacak
acıdan başka

Can Yücel – Sardunyaya Ağıt

canyücelEn vurucu eserlerden biri bana göre! Deniz Gezmiş için Can baba tarafından yazılan Sardunyaya Ağıt şiiri müziğin akışıyla öyle müthiş harmanlanmış ki oturup ağlayasınız geliyor dinledikçe.

ikindiyin saat beşte
baş gardiyan rıza başta
karalar bastı koğuşa
ikindiğin saat beşte

seyre durduk tantanayı
tutuklayıp sardunyayı
attılar dip kapalıya
ikindiğin saat beşte

yataklık etmiş ki zaar
suçu tevatür ve esrar
elbet bir kızıllığı var
ikindiğin saat beşte

dirlik düzenlik kurtulur
müdür koltuğa kurulur
çiçek demire vurulur
ikindiğin saat beşte

canların gözleri yaşta
aklı idamlık yoldaşta
yeşil ölümle dalaşta
sabahleyin saat beşte

Pir Sultan Abdal – Sordum Sarı Çiğdeme

pirsultan

 

Şimdiye kadar hep ilahi olarak bilinip söylenen Sordum Sarı Çiçeğe (Yunus Emre) ile bağını merak ediyorum. Bilen, duyan yorumlarsa çok sevinirim. Müzikal anlamda harika olmuş yalnız!

sordum sarı çiğdeme
sen nerede kışlarsın
ne sorarsın hey derviş
yer altında kışlarım

sordum sarı çiğdeme
yer altında ne yersin
ne sorarsın hey derviş
kudret lokması yerim

sordum sarı çiğdeme
senin benzin ne sarı
ne sorarsın hey derviş
hak korkusun çekerim

sordum sarı çiğdeme
anan baban var mıdır
ne sorarsın hey derviş
anam yer babam yağmur

sordum sarı çiğdeme
asacığı elinde
hak kelamı dilinde
çiğdemde dervişlik var

pir sultanım erlerle
yüzü dolu nurlarla
ak sakallı pirlerle
çiğdemde dervişlik var

Orhan Veli Kanık – Efkârlanırım

orhan veli kanık

 

Mektup alır, efkarlanırım;
Rakı içer, efkarlanırım;
Yola çıkar, efkarlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
“Kazım`ın” türküsünü söylerler,
Üsküdar`da;
Efkarlanırım.

 Orhan Veli Kanık – İstanbul’u Dinliyorum

orhanveli

 

Bu şarkıda şiirin 2, 4 ve 5. kıtalar kullanılmış.

 

istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
kuşlar geçiyor, derken;
yukseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
ağlar çekiliyor dalyanlarda;
bir kadının suya değiyor ayakları;
istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
başımda eski alemlerin sarhoşluğu
los kayıkhaneleriyle bir yalı;
dinmiş lodosların uğultusu içinde
istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
bir yosma geçiyor kaldırımdan;
küfürler, sarkılar, türküler, laf atmalar.
birşey düşüyor elinden yere;
bir gül olmalı;
istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Nazım Hikmet Ran – Memleketim

nazım hikmet ran

 

memleketim memleketim memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
sen şimdi saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
ve alnımın çizgilerindesin, memleketim,
memleketim memleketim

Muhyiddin Arabi – İnsan İnsan

muhyiddin arabi insan insan

1, 2 ve 6 dizeler kullanılmış.

insan insan dedikleri
insan nedir şimdi bildim
can can deyü söylerlerdi
ben can nedir şimdi bildim

kendisinde buldu bulan
bulmadı taşrada kalan
müminin kalbinde olan
iman nedir şimdi bildim

muhyeddin eder hak kadir
görünür her şeyde hâzır
ayan nedir pinhan nedir
nişan nedir şimdi bildim

 

Kategoriler
Kişisel

Delirsem?

Hakan Günday’ın Daha kitabını bugün sabah saatlerinde bitirdim. Nasıl yaldır yaldır okuyorum ama görseniz, elimden bırakamıyorum, sağolsun bir de öyle çok altı çizilecek cümle yazmış ki; renkli kalemimin yarısını tükettim neredeyse.

Kitapta beni en çok vuran sahne Gazâ’nın her şey yolunda giderken bir anda aklının iplerini salışıydı sanırım. Spoiler vermekten çekiniyorum fakat bahsetmeden de edemeyeceğim, kusura bakmasın kimse. Kitap hakkında daha sonra yazacağım, bu yazının amacı eğer ben delirme cesareti gösterseydim gerçekten neler yapardım. Zihnimi arındırıp düşünüyorum da sanırım birazdan anlatacaklarım anlamsızlıklar tam olarak istediğim şeyler gibi duruyor.

Normallik ile delilik arasında çok ince bir tel vardır bilirsiniz ya hani, bir adım sonrası çılgıncası bir şeyken aynı istikamette yürürsen hiçbir şey değişmez. Sizler için de aynısı olur mu bilmiyorum ama bazen o teli kopartıp bırakmamak için kendimi zor tutuyorum. Mesela çok önemli bir toplantı esnasında şarkı söylemek, evet tam olarak bu geçiyor içimden. Şarkı dilimin ucunda, hatta kendimin bile zor duyabileceği bir tonda söylüyorum bazen, lakin; “evet abi tel tam olarak şu an kopmuştur” diyebileceğim bir an yaşamadım.  Şimdiye kadar telim kopmadı ama bu kopmayacak anlamına gelmiyor. Zaten o bir kez kopsa muhtemelen geri dönüşü çok zor olur. Hakan Günday tam da benim aklımdan o telin kopuşunu içimden geçirebileceğim bir anda teli koparttı Gazâ üzerinde. Mükemmeldi! Sonrası hele, kapkaranlık bir deponun içinde ıslak zemine serilip uyumak. Bazen benim de aklıma buna benzer şeyler gelmiyor değil. Manyak mıyım neyim ben bilmiyorum. Bilinçaltımda neler yatıyor böyle hayret ediyorum kendime. Normal olabilmek için çaba sarfettiğim anlarımın olması umarım normaldir. Doğru söyleyin abi sizin de oluyor değil mi böyle şeyler, yoksa üzülürüm cidden bak :(

Mesela uzun yolculuklarda hiç dikkat çekmeyecek bir yeşillik ya da kırsaldan geçersin ya. Bak fotoğraf göstereyim, tam anlatamayacağım şimdi.

Bu bizim yolda gördüğümüz niteliksiz bir manzara ya hani, hiçbir özelliği yok dağ var, taş var işte ben oraya koşmak istiyorum. Alttaki fotoğrafın en yüksek noktasına çıkıp kendimi oradan önemsiz ve niteliksiz bir manzara gibi izlemek istiyorum. Sonra yine koşmak.

7

 

 

Alttaki fotoğraftaki bozkır da olabilir mesela. Tabi yine yan tarafta uzanan sarımtırak arazinin bir niteliği var, en azından düz bir alan. Ben düzlük de istemiyorum, hiçbir anlamı olmayan bir yere doğru yürümek istiyorum.

road

Şöyle ölmüş bir ağacın altında yönümü kaybettiğim için karamsarlık yaşamak istiyorum. Halbuki net olarak ulaşmak istediğim bir hedefim filan da yok fakat bilinmezliğe gidişin içindeki o minik ve kaçınılmaz çaresizlik hissini burada yaşamalıyım.

dead tree

 

Yine niteliksiz bir mekanda, kimsenin gördüğü için memnun olmayacağı bir yerde oturup kitabımı okumak istiyorum. Kitabın bana dış dünyayı hatırlatmasını tercih etmezdim yalnız, daha ruh halime uygun bir şey olmalı. Belki özgürlük hissini hatırlatan şeyler, Jack Kerouac olabilir, Beyaz Zenciler olabilir. Bu arada kendimi Beyaz Show’daki şişe dibi gözlüklü psikopat tip gibi düşünmeye başladım. :D Aklımın ipi salındığında neler olabileceğini tahayyül ediyorum sadece, abartmayın! Halen normalim, delirmedim daha. :/

 

bish lands

 

Belki yolumun üzerinde “kesinlikle bu kadar bakımlı olmayan” terkedilmiş bir ev bulur ve sığınırdım içine. Uyumam için tahtadan bir bank bile yeter yani bir gece geçirsem kafi. Biraz dinlenir ve aklımda kopmuş o telin kendini onaracağı ana kadar özgürce tüm bu anlamsızlıkların içinde yeniden koşmak isterdim.

 

house

 

Korkmuyor değilim kendimden açık konuşayım, belki bir gün gerçekten telim kopar ve normallikle delilik arasındaki o çizginin hiç geçmediğim tarafına geçerim. Bilinçaltımdaki bu bilinmeze gitme isteğinin sebebi hakkında hiçbir fikrim yok.

Bu arada Hakan Günday’ın Daha’sını mutlaka okuyun. Adam cidden aşmış, bir sonraki yazım onunla ilgili olacak. Bu yazıda telin kopmasından bahsetmek istedim, aslında bu da minik bir tel kopuşuydu mesela düşündüğünde, çünkü ilk önce yazmak istediğim Hakan Günday’dı (ilk paragrafta anlaşılıyor), öyle başlayıp bu konuya karar verdim sonradan.  Of anam of, gidişat hiç iyi değil, ben deliriyorum galiba lan. :(

Aklıma bu karikatür geldi :Dumarim-bi-delilik-yapmamFotoğraflar: Théo Gosselin

 

 

Kategoriler
Kişisel

Diren!

direngeziÇok zorladım lan kendimi. Benim direniş hakkında, hükümet hakkında, bizlere yapılmış orospu çocuklukları hakkında yazabileceğim doğru düzgün bir şey yok kanısına vardım. Dahası içimden de gelmiyor yazmak. Hangi birini anlatayım olay diye? Her gününün her dakikası bir olay zaten bu ülkede.

Ne desen boş.

İçim kararıyor tanık olduklarımı toparlayıp yazmaya çalıştıkça. Tek bildiğim şey bu topraklarda Diren adında çocuklar doğacak gezi ruhunu taşıyan göreceksiniz, saçları ıhlamur kokacak buram buram. O çocuklar bizden daha çok yakacak canınızı emin olun kuduz köpekler. Bu mücadele bir günde, bir ayda, bir yılda bitmeyecek. Karanlık bu topraklardan silinene kadar bu nefret, bu öfke hiç ama hiç dinmeyecek.

Duvarlara şiir yazan çocuklara terörist dediniz. Elinde kitabıyla otobüsten inen adamın sırtına gaz kapsülünü yerleştirdiniz. Bize bombalara şut çekmeyi öğrettiniz. Süt gördüğünde aklına bal değil talcid geliyor artık gençliğin. Eldiven elimiz üşemesin diye kullandığımız bir aksesuar değil kapsülü fırlatırken elimiz yanmasın diye kullandığımız bir araç artık. Kaçmamayı öğrettiniz. Ara sokakları ezberlettiniz. Polis’ten tiksindirdiniz. Kürt’ün yıllarca neler yaşadığını gösterdiniz. Bir devletin ne kadar aciz olabileceğinizi sergilediniz. A harfini bazen büyük yazmamız gerektiğini gösterdiniz. Döve döve canlarımızı öldürdünüz, annelerimizi kahrettiniz.

Çok canınız yanacak çok. İstemeden öyle şeyler soktunuz ki aklımıza, mezarlarınıza sıçacak bir jenerasyonu var ettiniz!

Büyük geçmiş olsun…