Heeeyt yine çok fena yazasım geldi. Böyle yazmak değil de bağırmak gibi düşünün siz, çatır çutur öyle bir hışımla yazmaya çalışıyorum ki parmaklarım birbirine giriyor sonra yazının ortalarına doğru ivme git gide düşüyor, sonlara doğru taslağa kaydedip çıkıyorum. Umarım bu da onlardan biri olmaz. Kendi içimdeki feryadı dindirmek için çıkartıyorum şuan tüm klavye tıkırtılarını.
Malumunuz Tüyap Kitap Fuarı’nı geride bıraktık, her yıl geleneksel olarak katıldığım fuar bu yıl beni cezbetmek bir yana dursun kendinden tiksindirdi. Neden?
Çünkü bilinçli bir okuyucu olarak gördüğüm ben ve benim gibiler için önemli olan bol kitap çeşidi ve fiyatlardaki indirimdir. Ortalama biri ayda gidip 2 kitap okuyorsa malum dostumuzun verdiği 50 lira bütçesi için herhangi bir sorun teşkil etmeyecektir. Oysa ayda 6-7 kitap okuyacak kadar kendine vakit ayıran ki benim okuduğum sayı bile az, ayda 10-15 kitap okuyan (sadece kitap okumak için adanmış bir yaşama sahip olmaları tabi işin en kıskanılası yanı) insanlar var. Hal böyle olunca ortalama bir kitabın fiyatını en iyi niyetle 20 lira olarak hesap ederseniz ortaya çıkan rakam…(%? durun ya yeterince dramatik olmadı 30 yapsak? 40 da olabilir. İşin şakası kitaba verilmiş para gerçekten para değil ama daha az paraya daha çok kitaba sahip olmayı kim istemez? Bir kitap fazla kitaplığımda bulundurmak elbette benim için harika bir durum olacak. Bunu neden istemeyeyim? O aradığım indirim fuar alanında kesinlikle yoktu. Ha vampir kitapları, seksin, fantastik kırbaçlı kadınlı 50 günlü über feminen cinsel kitapların indirimi var ama onlar da benim dünyama hitap etmiyor malesef. Demem o ki yarım saattir uzattım bu kitap fuarı benim için bir bok ifade etmiyor! Aradığım kitap internette 70 liraysa ve ben onu fuar alanında 75 liraya görüyorsam nasıl çıldırmam? Üçe beşe bakarım çıldırırım!
Her neyse girer girmez insanı yalnızlığa iten bir kalabalık mevcuttu ortamda. Öyle böyle değil ama standa yaklaşmak için vücut çalımları atıp, dirsek ile açtığınız boşluğa kütlenizi itiştirmeniz, itiştiremediğiniz yerde dönemeçli kıvrılmalı başka hareketlerle lastik tıpa gibi pıt diye bedeninizi sokuşturmalısınız ki kitaplara ulaşabilesiniz. Öyle bir ortamda afedersiniz ama sokarım kitabına, edebiyatına! Sanki kitap mı yok? İnternette onlarcası var, ben insanlarla sohbet edip fikir alışverişinde bulunamayacaksam, internet fiyatlarından daha uyguna kitap satın alamayacaksam, üstüne üstlük bir birey olmaktan çıkıp tümüyle kendimi bir madde gibi hissedip bedenimi sokuşturabilecek alanlar kollayacaksam çok fena koyarım bu skimsoniğe etkinlik diyene!
Durmadım zaten çok fazla, geleneksel uykusuz masa takvimimi aldım, birkaç boktan olmayan yayınevi standına göz atmaya çalıştım, ucuz olur diye düşündüğüm kitapların yayınevlerine uğrayıp aldığım cevaplara kuşku dolu bakışlar atıp uzaklaştım derken tam alandan ayrılırken gözüme TÜBİTAK standı çarptı.
TÜBİTAK dünyanın bilim ile siyaseti birbirine sokabilen tek kurumudur. Onu bilmeme rağmen gidip özellikle birikimli biri gibi görünen görevliye -merhabalar, evrim teorisi hakkında kitapları görmek istiyorum- dedim. Birikimli olduğunu düşündüğüm kişi kendinden daha birikimli olduğunu düşündüğü kişiye gidip kitapların yerini sordu. Ne kitabı? Yok kitap filan. Bir tane çocuk karikatür kitabı getirdi. Çizimlerle evrimi anlatıyordu. -E başka?- dedim. Yok dedi. -Nasıl yok?- dedim. Basılmıyor artık dedi. Hay ben sizin türevinize, primatınıza, geçişemediğiniz arada kalmış formunuza diye binlerce küfür sıralayacak gibi olmuşken gözüme daha önceleri hakkında kısacık bir video izlediğim Carl Sagan ismi takıldı.
Tamam üstat ben hallederim dedim gönderdim görevliyi. Milyarlarca ve Milyarlarca adlı kitabını kasaya gidip satın aldım. Bir tane daha kitap aldım ama bir halta yarayacağını düşünmüyorum çünkü yazarının ne denli taraflı ve dar biri olduğunu eve geldiğimde internetten keşfettim. Belki yanılıyorumdur bilmiyorum ama Carl Sagan’ın Milyarlarca ve Milyarlarca kitabını okumaya heyecanla başladım ve 50 sayfaya yakınını fosforlu kalemle çizip kenarlarına notlar alarak, belleğime iyice kazınması için önemli bilgileri tekrar tekrar okuyarak geldim. Gerçekten müthiş bir kitap.
Düşündüm de Evrim Teorisi okullarda da okutulmuyor bildiğiniz üzere. Tümüyle yaradılışçı senaryo tinerci olmaması gereken jenerasyona enjekte ediliyor. Felsefe grubu dersleri ise kardeşimin öğretmen olması sebebiyle en olmadık saçma sapan yerlerinde bile dine bağlanarak felsefi düşünceden, yani düşünce üzerine düşünmekten, doğruya hakikate ulaşmaktan kopartılarak tepemizdekilerin olmalarını istediği profile göre şekillendiriliyor. Deneyselliği bir kenara bıraktım daha müfredatındaki içerik bile boktan bir haldeyken çocukların helvalaşmış beyinlerini hayal etmeye çalıştım.
Hayal etmekle kalmadım gidip karşımızdaki büfede çalışan lise öğrencisi çocukla sohbete koyuldum. Muhabbetin arasında özellikle büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda bana verdiği cevaba hiç şaşırmadım. Çocuk İMAM olmak istiyordu. Belki ailesinden, sosyal çevresinden, bu zamana kadar algılayabildiklerinden etkilenerek bu kararı aldı ama ona bu vizyonsuzluğu sunan da sadece az önce saydığım etkenler değil bizzat devletin kendisiydi.
Eskiden bize sorduklarında Astronot olacağım!, Doktor olacağım!, Mühendis olacağım! cevabı duyulurken şimdiki jenerasyon için nasıl ilgi çekici hale geldi bu meslek? Durup düşünmek lazım!
Düşünmek lazım elbette. Düşünmek, sorgulamak, sorgularken korkmamak, herşeyi yıkabilecek kadar hakikate ulaşmaya hevesli olmak, ondan bundan etkilenip düşüncelere gem vurmamak, yıktıklarının yerine daha sağlamını ve daha doğrusunu inşa edebilmek lazım. Olmaz olmaz dememek lazım, benim öncem buydu şimdi bu olursam nasıl olur dememek lazım, naptın abi sen diyene hassiktir oradan diyebilmek lazım, daha iyisini bilmeden konuşan adamı haddini aştığından dolayı itin kıçına sokmak lazım! Yaşam böyle anlamlı. Doğruyu bulmalı, onunla hayatımızı şekillendirmemiz lazım. Spiritüalist formdan materyalist formun şaşmazlığına uzanmak lazım. Ucunu bulamadığın şeyleri hayal ürünlerine bağlamamak lazım! Özgürce düşünmek lazım. Çevrenizden alabildiğiniz herşeyin mutlak doğru olmadığını, hakikate ancak sorgulayarak ulaşabileceğimizi hep göz önünde bulundurmak lazım.
Carl Sagan, Albert Einstein, Stephen Hawking, Richard Dawkins, Charles Darwin bu adamlar neler diyor bir de bunu dinlemek lazım!
Her neyse şahsen http://www.youtube.com/watch?v=CgJ-26ZvS_I adresinden başlayan Cosmos adlı belgeselin ilk serisinden itibaren izlemenizi bilhassa Carl Sagan gibi mükemmel insanın kitaplarını basılmıyor olsa da ulaşabilmek için çaba göstermenizi rica ediyorum.
Çok uzatmak istemiyorum anlatacağım çok şey var ama bu yazının da taslaklarda kalmasına gönlüm razı olmuyor. :D
Hayatımızdaki öncelikleri akılcı bir yolla belirleyip bir kez sahip olduğunuz yaşamımızı en iyi şekilde sonlandırmamız gerektiğini, aksi takdirde gerçekten salakça bir iş yaptığımıza pişman olacak fırsatı bile bulamayacağımızı bilmemiz gerekiyor. Hep beraber düşünelim. Gereksizlikler izolasyonunu sağlayalım ve çağımıza uygun insanlar haline gelelim. Çocuklarımızı da bu şekilde yetiştirelim. Dizi bağımlısı, sanattan bilimden anlamaz kütüklere vesile olmayalım.
Yoksa bilim adamı yetiştirmek gerekirken imam yetiştiren, okul açmak gerekirken trilyonlar akıtarak cami yaptıran, topluma afyonu verip zombileştiren cılız karakterli, saçma güruhtan ne farkımız kalır?
Aydınlık, güzel bir yaşam dileklerimle.. :)