Ben kii bir insan sömürgeci, bir beyin emici, bir emme basma tulumba olaraktan nice insanlar tanıdım, nice insanları sevdim, onlardan ilham aldım da hiç biri bir Ferhan Şensoy olmadı, olamayacak da sanırım. Günlerce aralıksız otobiyografisini okudum, internetten yayınlanmış boxsetlerini izledim çizik çizik ettim yaşamını hayranlığım büyüdü büyüdü büyüdü. Onu canlı kanlı hiç görmemiş olmam da enterasyonel bir küsgen tavuk hissiyatı yarattı derin maneviyatımın içinde.
Tiyatro sezonunun kapalı olduğu döneme denk düşen benim bu sükûtsal hayallerim geçen gün facebook üzerinde yayınlanan bir paylaşımla bangır bangır bağırmaya, kalbimde vibrasyonel etkiler yaratmaya, renklerle dolu dünyama kıpır kıpır yeni renklerin düşüvermesine vesile oldu. Ferhangi Şeyler 5 Ekim 2012 Saat 20:00’da sezona merhaba diyecekti. Hemen gidip tiyatronun en izlenilebilitesi yüksek, en kalantor abilerin oturması gerekli uygun görülen yerlerinden birine kaydımı yaptım ve o muhteşem günü yani dün geceyi beklemeye koyuldum.
Mutluluk biraz da hedeflerden ibaret aslında. Beklemek, ulaşmak, sabırsızlanmak, hayal etmek bunlar çok etkili mutluluk için. Günlerim Ferhan Şensoy’a ulaşabileceğim günü beklemenin heyecanı içindeydi. Varol şu gün boş musun? sorusuna beynim miniminicik saliseler içinde derhal 5 Ekim hatırlatmasını ekliyor cevap için, sonra boş olup olmadığım için düşünmeye koyuluyordu. Her şey 5 Ekim’e endeksliydi.
4 Ekim gecesi. Acaba kitaplarımı imzalatabilir miyim Ferhan abiye düşüncesi geçti aklımdan. Düşündüm ki Ferhan Şensoy’un bana ilham veren, içimde ormanlar oluşturan kalemini tuttuğu ellerini sıkacak, o elleri bu kez ilham için değil bana hatıra bırakmak için bir kaç satır birşeyler karalayacaktı. Düşünmek ve heyecanlanmak… gözüme uyku girmedi.. Sonra belki kendimi anlatırım biraz? Olamaz mı? Olur. Ben ona kendimi anlatsam, onda kendimi bulduğumu söylesem, tebessüm eder mi? Yüreklendirir mi beni? Olamaz mı? O da olur! Olabilitelerini düşündükçe gülümsemekten uyuyamaz hale geldim, düşüncelerimle daldım uzaklaştım gittim ütopyamın pozitif denizinde..
Sabah evden kaçan gelinlik kızın heyecanı gibi ütopyama yolculuğumun bohçasını hazırladım. Belki kalemi yoktur yanında diye en güzel kalemimi seçtim, her zaman yanımda tuttuğum sarı küçük defterim yanımda mı diye tekrar yoklamasını çektim, okumuş olduğum iki otobiyografisi Kalemimin Sapını Gülle Donattım ve Başkaldıran Kurşunkalem kitaplarını çok özenli bir şekilde çantama yerleştirdim ve aynadan en sevdiğim gülümsememin yüzümde olup olmadığını kontrol edip çıkıverdim evden.
Gün içinde ya kitabımı imzalatamazsam? Ya Ferhan abinin ferhangi bir işi çıkar da oyundan sonra apar topar çıkıp giderse? Pis kemirgenler, tahammül edemiyorum onlara, hemen Ferhan Şensoy’un kızı Müjgan Ferhan Şensoy’a twitter’dan mention attım. Dedim ki
@ferhan_sensoy oyundan sonra ya da önce kitap imzalatmak gibi bir şansımız olur mu acaba?
— Varol (@aksoy) Ekim 5, 2012
Müjgan Ferhan Şensoy hanım da dedi ki;
@aksoy tabi imzalatabilirsiniz :)
— M Ferhan Sensoy (@ferhan_sensoy) Ekim 5, 2012
Ben bu sözü duydum, olayım artık tamamdır. Hangi dingoz güç bana engel olacakmış şaşarım! 100 kaplan gücüyle saldırır, kazayla öğrendiğim tüm komandosal taktikleri uygular, Ferhan Şensoy’un o mübarek ellerine ulaşır imzalatırım kitabımı. Sonuçta alınmış bir söz sayılır tweet. :D Ayrıca bu mevzu hiç de vazgeçebileceğim türden önemsiz bir şey değil, son derece hayat memat meselesi arz etmekteydi.
Erkencikten gittim tiyatroya, biletimi bastırdım, birşeyler atıştırdım, ucu ucuna sigaralar yaktım, Ferhan Şensoy’un (kusura bakmayın da abi demek istiyorum kendisine ya, soyadıyla hitap etmek sanki birbirimize çok uzak insanlarmışız hissiyatı veriyor, halbuki daha dün birlikteydik. neyse :) ) lise eğtiminin bir kısmını geçirdiği Galatasaray Lisesi’ne değin yürüdüm, onun okuldan kaçtığı günleri, günün birinde kendisine son derece manyaksal düzeyde hayranlık besleyecek bir güruhun oluşacağını aklının ucundan geçirmediği yaşlarda caddeyi öğretmenlerine yakalanmamak için koştur koştur adımladığı anları tahayyül etmeye çalıştım. Yarım saat kala girdim tekrar tiyatrodan içeri. Oyunu beklerken yeni albümü için bir ay öncesine kadar sabırsızlandığım Ceylân Ertem’in şu tweetini gördüm.
@ferhan_sensoy tam o vakitte orada olamiyorum ama oyun sonuna yetisip cdleri getirecegim,hem de kitap imzalatmak istiyorum ferhan abiye :)
— CeylanErtem (@ceylan_ertem) Ekim 5, 2012
Nasıl yani? Sırf destek olsun, güzel güzel müzikler yapmaya devam etsin diye gidip orjinal albümünü satın aldığım Ceylân Ertem burada mı olacak? Afedersiniz ama oha!
@ceylan_ertem @ferhan_sensoy allahim ruyadayim. ferhan sensoy ve ceylan ertem’le ayni çati altindayim. :)
— Varol (@aksoy) Ekim 5, 2012
şeklinde hem Müjgan Ferhan Şensoy’a hem Ceylân Ertem’e mention attım. Ceylân Ertem’i canlı dinlemek yapacaklarım arasında ilk sıradaydı, çünkü o fazlasıyla özel bir isim benim için. Hele hele Ütopyalar Güzeldir parçası..
@ferhan_sensoy @aksoy yettim ! 10 dkya oradayim! Koş ceylân koş
NOT: Yazının geri kalan kısmı elim bir kaza sonucu silinmiş ve ikinci kez yazılmıştır, kaçan hapışırık miktarı küfür edilmiştir, devam ediyoruz.
Biraz Ütopyalar Güzeldir’den bahsetmek istiyorum. Bilmeyenler için aktarayım Ferhan Şensoy’un gençlik yıllarında delicesine aşık olduğu bir kadın vardır. Civciv der ona.. Aşkları içlerinde birer yara gibi dururken;
“… sabah gardan almanya baskısı bir türk gazetesi alıp biniyorum trene. gazetenin birinci sayfasında bir uçak enkazı fotoğrafı! paris’te boulogne ormanına düşmüş bir türk hava yolları uçağı. kimi ölenlerin isimleri, kimilerinin fotoğrafları var. en başta civciv’in fotoğrafı…”
Her neyse koltuğumu buldum, beklemeye başladım. Değerli seyirciler sırf japonlar cep telefonunu icat etti diye sizin onu oyun boyunca açık tutmanız şart değil diye başlayan ve lütfen demiyorum farkettiyseniz, üzerinize alınmıyorsunuz lütfen dediğimde.. şeklinde biten bir anons ile başladı Ferhangi Şeyler’in 1720. gösterimi. O kadar naturel gülüşler vardı ki, insanlar senfonik olarak gülüyor, tonlamalar bile sanki oyuna dahilmiş hissi veriyordu. Ferhan Şensoy bir kaç adım ilerinizde size birşeyler anlatıyorken gerçekten oyuna konsantre olmak hiç kolay değil. Hani oyuncu heyecan duyar ya sahneye çıkmadan önce, asıl heyecanı seyirci duyuyor Ferhan Şensoy’u izlerken..
Muhteşem bir ilk sahnenin ardından antrakt oldu ve salonun neredeyse tamamına yakını sigara tüttürmeye, üç beş laflamaya dışarı çıktı ben sahneye ağzım açık bakıyordum halen. Vay arkadaş az önce burada Ferhan Şensoy vardı diye kendimi inandırmaya çalışıyordum. Derken koridor tarafından şirin mi şirin bir insan gözüme ilişti. Aa ne tatlı dersiniz ya hani o tür biri. Sonra farkettim ki o şirin, tatlı diye baktığım kişi Ceylân Ertem’miş. Derhal fırladım koltuğumdan arkalara doğru ilerleyen Ceylân’ı yakaladım;
Merhaba Varol ben. Twitter dememe gerek kalmadı aa Merhaba Varol geç kaldım biraz ya, nasılsın? dedi. Oy kurban olayım sana demek, sarılmak içimden geçerken laubalilikten hiç haz etmeyen Ceylan ve laubali davranışlar konusunda tereddüt eden ben arasında çok tatlı bir konuşma gerçekleşti. Onu canlı izlemeyi planlarken bir anda karşımda görüşümün şaşkınlığını anlattım, çok özel biri olduğundan az buçuk bahsettim ama vaktini de almak istemiyordum fotoğraf çekilebilir miyiz diye soruverdim. Tabi tabi dedi yanımda öyle güzel durdu, ben öyle güzel baktım ama öyle bir fotoğraf çıktı ki ortaya ne fotoğraftaki ben ben, ne ceylan yanımda öyle güzel öyle şirin. Piksellerimiz ilk okul çocuklarının abaküs sayısı kadar sayılabilitesi yüksek.. Güzel çıktı mı, olmadıysa tekrar çekelim dedi Ceylân. Ben nezaketen daha fazla vaktini almamak için yok yok güzel çıktı dedim içim kan ağlayarak. :( Kendisine teşekkür ettim ve çok mutlu olduğumu söyledim, geçtim yerime.
Fotoğrafa rağmen çok mutluydum. İkinci perde başladı.
Güncel olaylara öyle net, öyle şahane yaklaşıyordu ki Ferhan abi, insanın her kelimesinde alkışlayası geliyordu neredeyse. Oyun boyunca güldük, muhteşem anlar yaşadık ve keşke bitmese dediğimiz oyun bitiverdi. Ayakta alkışladık tüm salon Ferhan Abi’yi. Gözlerinde nasıl bir ışıltı vardı anlatamam size, sanırım bir oyuncunun en keyifli anı oyun sonu aldığı alkıştır, çünkü Ferhan Şensoy anıtlaşmıştı resmen!
İnsanlar birer ikişer salonu terkederken ben sahneye doğru ilerledim, çünkü kitap sahnede imzalanacaktı. Bir beye rica ettim fotoğrafımı çeker misiniz diye, karşılığında ben de onun fotoğraflarını çekebileceğimi söyledim. Tabi olur dedi. Çektiği fotoğraflar için minnettarım, en azından o güzel anın bir belgesi daha oldu elimde.
Tüm maneviyatımla Ferhan Şensoy’a yaklaştım kitapları masaya bıraktım, elini uzattı. Varol dedim. Sormasın adımı, uğraşmasın ne gerek var adım ne sanım ne, hiç önemi de yok imzanın onu bana hitap etmesi bile benim için yeterliydi. Ferhan Şensoy kitapları imzalarken ben onun benim için ne kadar önemli biri olduğundan, hayatıma kitaplarıyla nasıl yön verdiğinden, kendimde onu bulduğumdan, çok büyük bir güç ve ilham aldığımdan bahsettim. Öyle samimi, öyle içten, öyle kibar bir şekilde gülümseyerek dinledi ki saatlerce ona anlatmak istedim, zaten kendisi de son kitaba daha uzun şeyler yazdı sanki konuşmamla elindeki işi birbirine örtüştürürcesine. Tekrar tokalaştık, çok teşekkür ettim gözlerim nemli bir şekilde, çok içten gülümsedi. Ağlayacaktım. :/
Diğer elemenanın fotoğraflarını çekmem gerektiğini anımsadım, kendime geldim karşımda duran Ferhan Şensoy’u o ışıkta çekebileceğim en iyi şekilde çekmeye çalışıp tüm açıları tek tek yokladım. Fotoğraf sonrası tekrar vedalaştık ve yanından ayrıldım.
İşte sahneden basamakları inerken hissettim hayatımda herşeye sahipmişim hissiyatını. Öyle güzel müzikler çalmaya başladı ki kulağımda, öyle güzel kokular alıyordu ki burnum, öyle güzel görüyordum ki herşeyi kelimelerle ifade edemem.
Ay fındıktı ve çikolataydı gökyüzü, keman sesleriyle dans ediyordu İstiklâl Caddesi, insanlar ve tramvay canlı birer tablo gibiydi. Herkes çiçekti, enfes kokuyordu etraf. Öyle hissediyordum. Mutluluk biraz alkollense fena olmazdı, girdim bir büfeye, bira açtım. Ağır ağır keyifle yürüyordum caddede, gülümsememek elde değil. Hayatın bana güzelliklerle dolu olduğunu hatırlatma gecesindeydim. Çok mutluydum çok..