Kategoriler
Edebiyat

Louis-Ferdinand Celine – Gecenin Sonuna Yolculuk

celine

Bir kere kitabı eline aldığında diyeceksin ki evet ben gerçek bir kitap okuyacağım. Ne bileyim her güzel kitabın bir havası vardır, bir ağırlığı, kalitesi. Tarif etmek gerekirse hani eskiden ekmekler daha içi dolgun olurlardı ya, hissederdin içinin doluluğunu, tok tutacağını. Şimdiki ekmekler hava kabarcıklarıyla dolu sadece. Her neyse işte Gecenin Sonuna Yolculuk tam olarak o eski zaman ekmekleri gibi.

Doymak ne kelime ama arkadaşım ya. Ben bu kitabı okumak için biraz geç kaldım, daha çok Louis-Ferdinand Celine’den etkilenen yazarları okudum ki bana ne bakış açıları kattı anlatamam. Beat edebiyatından bahsediyorum. Jack Kerouac, William Burroughs, Allen Ginsberg, Richard Brautigan etc.

Temiz bir kitap değil bu, kesinlikle pis, lanetleri üzerine bulaştıran cinsten. İşkence sonrası buzlu sularla şok etkisi yaratıyor üstelik. Çarpıcı mı diyorlar über entelektüeller? Ondan işte!

Akıcı olmasına rağmen bit(e)miyor, epey uzun aralar, aralara farklı kitaplar sokarak okumak durumunda kaldım. Ruh halinize her an uymayabiliyor çünkü. Ekşi Sözlük’de @gezen şöyle bir entry girmiş kitap hakkında.

“o yolculuğu sadece hayal edebilmek için bile, okurun bazı yollardan geçmesi gerekir: hayatınızda kaybedecek hiç bir şeyinizin kalmadığı anlar olmamışsa; ölümü bir lütuf gibi görememişseniz; kimsenin sizi gerçekten sevmediğini ve sizin de gerçekten kimseyi sevemediğinizi anlamadıysanız; aklınızda hiç bir düşünce olmadan kilometrelerce yol yürümediyseniz; ‘macera’nın ancak riskleri görmezden gelerek yaşandığını bilmiyorsanız, bu kitabı okumayın.”

Üzerine söylenecek söz olduğunu düşünmüyorum. Bay Bardamu’yu anlamak, ne hissettiğini, hangi duygulara kapıldığını, onun sorgulamalarını hissetmek için gerçekten bazı problemleri aşarak elinize bu kitabı almanız gerekiyor, karşı karşıya kalacağınız yeni problemlere hazırlıklı olun!

celine-8

Altını çizdiklerim

Gerçekten saçma olacak altını çizdiklerimi paylaşmak. Kitabı buraya aktarmam gerekebilir. :) Özellikle ilk bölümlerde savaş hakkındaki görüşleri inanılmaz!

“O, yani albayımız, o ikisinin neden ateş ettiklerini belki de biliyordu, Almanlar da belki biliyorlardı, ama ben, gerçekten, bilmiyordum. Belleğimi ne kadar sorgularsam sorgulayayım, bildiğim kadarıyla ben Almanlara hiçbir kötülük yapmamıştım. Onlara karşı hep kibar davranmıştım, pek de saygılıydım hep. Almanları biraz da tanırdım, hatta, küçükken, Hannover civarlarında onların okullarına bile gitmiştim. Dillerini konuşmuştum. O zamanlar çığırtkan, salak bir velet sürüsüydüler, kurtlarınki gibi soluk, kaypak gözleri vardı; okul çıkışında çevre ormanlarda kızlara sarkıntılık etmeye giderdik, Tatar oklarıyla tabanca da atardık, hem de bunlar için dört mark sayardık. Tatlı bira içerdik. Ama yani bunları yapmakla, gelip şimdi, üstelik önceden yanaşıp konuşmayı bile denemeden, hem de yolun tam ortasında tepemize kurşun yağdırmaya kalkmak arasında fark var, hatta fark ne kelime, uçurum var. Nereden nereye.
Sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur. Bu böyle gidemezdi.
Yani şimdi bu adamların kafalarında olağanüstü bir şeyler mi olmuştu? Benim hiç, ama hiç hissetmediğim cinsten bir şeyler. Farkına varmamıştım herhalde…
Oysa benim onlara yönelik duygularım hala değişmemişti. Yine de, içimde sanki bu kabalıklarını anlamaya çalışma isteği vardı, ama her şeyden ötesi çekip gitmek isteği ağır basıyordu, kesinlikle, mutlaka, çünkü bütün bu olup bitenler bana birden korkunç bir hatanın ürünü gibi gelmişti.
İş bu hale gelince, yapacak bir şey kalmaz, en iyisi siktir olup gitmek”, diyordum, ne de olsa, kendi kendime…”

“Her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.”

“Bahtsız, ama özgür atlar! Galeyan denen o kaltak, maalesef! bize mahsus.”

“Kuru kuruya yaşamak mı dediniz, tam bir tımarhane! hayat, gözetmeni sıkıntı olan bir sınıfa benzer; zaten her dakika tepenizdedir, ne yapıp edip mutlaka çok ilginç bir şeylerle ilgileniyormuş gibi yapmalısınız; yoksa gelir başınızın etini yer. 24 saatlik basit bir zaman dilimi olmanın ötesine gidemeyen bir gün, tahammül edilemez bir şeydir. gün denen şey mutlaka upuzun ve neredeyse dayanılmaz bir zevk silsilesi olmalıdır, uzun bir çiftleşme olmalıdır gün, ister seve seve ister sike sike.”

O kadar çok ki her altını çizdiğimi burada paylaşmama gerçekten imkan yok.

9

Ne dinlemeliyim?

Yiğit Bener’in eşsiz çevirisi müziğe yer bırakmıyor. Bence sakin, tatlı klasik müzik tercih edilebilir. Bach – Çello Suitleri olabilir heralde. Kitabın fon müziği ne olabilir diye sorsanız Bach – Toccatta and Fugue (drakula müziği) derdim ama o müzikle kitap okunmaz sanıyorum. :)

Nasıl satın alabilirim?

Ben ekonomi insanıyım ve fazlasıyla sabırsızım, bu sebeple kargo ücretine ve teslimat süresine özellikle dikkat ederim kitap alırken. Şimdiye kadar neredeyse tüm online kitap siteleri kullanmış biri olarak gönül rahatlığıyla babil.com’u öneriyorum. Siparişinizin ertesi günü teslimat (babil.com’un küçük hediyesi ile birlikte) gerçekleşiyor. :)

Buradan güvenle sipariş verebilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir