Serin ama güneşin yüzünü göstereceğini belli eden bir sabah Wanne-Eickel’dan Köln’e gitmek üzere tek başıma trene bindim. Kimseyi tanımadığım, dilini anlamadığım, geldiğim ve gideceğim yeri bilmediğim bir zaman dilimiydi o an. Tren camına tıpkı filmlerdeki gibi başımı yaslayıp yemyeşil manzarayı izlerken daldım gittim öylece. Makinist rotasını değiştirip Köln’e değil de Sibirya’ya gitmeye karar verse umurumda olmazdı, trene bir noktadan diğer bir noktaya ulaşmak için bindiğimi bile unutmuştum, o tarifsiz yabancılık hissi karşısında büyülenmiştim adeta. Hiçbir yere ait değilmişim, bağlarım yokmuş, sonsuza kadar bir adım sonrasını bilmediğim bir yaşamım varmış gibiydi.
Vagonun içinde kahkahalar eksik olmuyordu. Her istasyondan bir avuç yolcu alıyor, bizim vagona binen yolcularla diğer Almanların selamlaşmaları ve hiç tanımadığı insanlarla şakalaşmalarına tanık oluyordum. İnsanlar mutlulardı, belki sorsan onlar mutlu olduklarının bile farkında değillerdir, onlar için olağan bir andır bu gülümsemeler, şakalaşmalar. Günlük yaşamları bu şekildedir belkide? Sormak istiyorum; “Angela Merkel umurunuzda mı?” diye. “Almanya’nın geleceği hakkında kaygılı mısınız?” “Alman çocuklarının eğitim sisteminde un ufak edildiğini düşünüyor musunuz?” “Peki ya trafik sorunu?”, “Sokaklara tüküren insanlar?”, “Kimseye saygı duymayan dev kalabalık?”, “İşsizlik?”, “Geçim sıkıntısı?”, “Radikal İslam?” Bunları düşünmüyor musunuz?
Türkiye geldi aklıma. Sabahları bindiğim otobüsler geldi, gülmeyen insanlar, en ufak şeyden rahatsız olup tatsızlık çıkaranlar, birbirlerine saygı duymaktan ve tolerans göstermeyi zayıflık sanan insanlar. Karşısında duran kişinin kulaklığından çok az derecede dışarı taşan müzikten rahatsız olup “kardeşim kapatsana şunu, kafam şişti ya!” diyen, sonra kulaklıkla müzik dinleyen gencin arkadaşının “sen de az uzaklaşabilir misin, leş gibi ter kokuyorsun” demesi geldi aklıma.
Kafama taktığım onca şeyi düşündüm. Ben gülüyor muyum sanki? Memleket meselesi deyip sabahlara kadar Twitter, Ekşi Sözlük, Facebook yardırışlarım, ne olacak bu RTE ile sonumuz diye içimdeki kara duvarlara her geçen gün birer kat daha zift atışlarım. Ya yarın bir gün evlensem? Çocuğumu bu adamın yönettiği ülkede mi büyüteceğim? Neden henüz varolmamış bir insana bu kötülüğü yapma cüretini göstereyim? Bla bla bla sorular…
Kondüktör girdi içeri, bir şeyler söyledi insanlara, gülmeye başladılar. Nasıl mutluydu herkes, anlamıyordum ama ben de onlar gibi katıla katıla gülmek istiyordum. Kondüktör biletime bakmadı bile, ben nasıl olsa para verdim, bari her şey tam olsun diye zorla uzattım, baktı, mühür bastı, gülümsedi, gitti. Bizdekiler olsa herkese kaçak binmiştir, yüzde yüz bileti yoktur psikolojisiyle davranır mıydı diye merak ettim.
Çok güzel yüzlü minik bir çocukla göz göze geldim, o da gülümsüyordu büyükleri gibi. Onu düşündüm, güzel bir eğitim alacak, insanlara saygıyı doğru düzgün öğrenecek, hiçbir zaman Ortadoğulu bir ülke olmanın dezavantajlarını yaşamayacak, özgürlüğün, birey olmanın, kendi ayakları üzerinde durabilmenin, bilinçli ebeveynleriyle geleceğini daha kolay tayin edebilmenin güvenini yaşayacak. Yemyeşil parklarda koşacak, AVM’ler arasında kaybolup gitmeyecek, kimse ona devlet büyükleri istiyor diye çağdaş bilimin gerçeklerini reddetmesini dikte etmeyecek. Güzel büyüyecek o çocuk.
Falan filan. Baktım ki Türkiye ile kıyaslamalar yaptıkça içim burkuluyor, kafayı yiyecek gibi oluyorum, vazgeçtim bu sevdadan. Anın tadını çıkarmak için kulaklığımı taktım, yanlış hatırlamıyorsam bu çalmıştı.
Dün tam 1 hafta oldu Almanya’dan döneli, o gün bugündür tek bir haber sitesi açmış, RTE ve onun Yeni Türkiye’si ile ilgili tek bir yazı okumuş değilim. Tahmin ettiğimden daha mutluyum. Direnebildiğim kadar direneceğim Türkiye gündeminden bihaber olmak için! Bu ülke hakkında ne kadar az şey duyarsam o kadar iyi benim için, yoksa boğulmamak işten değil.